Bu bahis forum sitesi iddaaseverlerin fikir, tahmin ve analiz paylaştığı tamamen ücretsiz hizmet veren bir platformdur. Kesinlikle bahis oynatılmaz. Spor Toto Teşkilatı tarafından lisanslandırılmış siteler dışında bahis oynamak ve oynatmak Türkiye Cumhuriyeti Ceza Kanuna göre suçtur.
Skype adresimiz üzerinden iletişim için tıklayınız
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Osmanlı Devleti ile itilaf Devletleri arasında yapılan Ateşkes Anlaşması’nın imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan ve her noktasında çok büyük bir İslâm çoğunluğunun bulunduğu Osmanlı ülkesinin parçaları birbirinden ve Osmanlı topluluğundan parçalanamaz ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür. Bu ülkede yaşayan bütün Müslüman halklar, birbirine karşılıklı hürmet ve fedakârlık duygularıyla dolu, birbirlerinin ırkî ve sosyal haklarına saygılı, yaşadıkları muhitin şartlarına tam olarak riayetkâr öz kardeştirler.
Osmanlı toplumunun bütünlüğü, millî istiklalimizin sağlanması, Hilâfet ve Saltanat yüce makamının dokunulmazlığı için Kuvâ-yi milliye’yi etkili ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
Osmanlı topraklarının herhangi bir parçasına karşı yapılacak müdahale ve işgale ve özellikle vatanımız içinde müstakil birer Rumluk ve Ermenilik kurulmasına yönelik hareketlere karşı, Aydın, Manisa ve Balıkesir Cephelerindeki millî cihatlarda olduğu gibi, elbirliğiyle savunma ve direnme esası meşru kabul edilmiştir.
Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız, bütün gayr-i müslim azınlıkların her türlü hakları bütünüyle mahfuz bulunduğundan, bu azınlıklara siyasî egemenlik ve toplumsal dengemizi bozacak imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.
Osmanlı Hükûmeti bir dış baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk ve ihmal etmek zorunda kalırsa, Hilafet ve Saltanat makamı ile vatan ve milletin dokunulmazlığını ve bütünlüğünü sağlayacak her türlü tedbir ve kararlar alınmıştır.
İtilaf Devletleri’nce Ateşkes Anlaşması’nın imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalıp İslâm çoğunluğunun oturmakta olduğu, kültür ve medeniyet üstünlüğünün Müslümanlarda bulunduğu ve bir bütün teşkil eden vatan topraklarının taksimi görüşünden büsbütün vazgeçip, bu topraklar üzerindeki tarihi, ırki, dini ve coğrafi haklarımıza riayet edilmesine ve buna aykırı teşebbüslere son verilmesine ve böylece hakka ve adalete dayalı bir karar alınmasını bekleriz.
Milletimiz insani, muasır (çağdaş) gayeleri yüceltir, teknik, sınaî ve ekonomik durumu ve ihtiyacımızı takdir eder. Böylece devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, altıncı maddede yazılı sınırlar içinde, milliyet esaslarına saygılı olan ve memleketimize karşı istila emeli gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sınaî, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız. Bu adaletli ve insani şartları(ın gerçekleşmesi), bir barışın acilen kararlaştırılması, insanlığın selameti ve dünyanın esenliği adına, en has millî emelimizdir.
Milletlerin kendi geleceğini bizzat kendilerinin tayin ettiği bu tarihi dönemde İstanbul Hükümeti’nin de millî iradeye bağlı olması zaruridir. Çünkü millî iradeye dayanmayan herhangi bir hükümetin keyfi kararlarına milletçe baş eğilmediği gibi, böyle kararların dışta da muteber olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar geçen olaylarla ve sonuçlarla ortaya çıkmıştır. Böylece, milletin içinde bulunduğu sıkıntı ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat başvurmasına gerek kalmadan, İstanbul Hükümeti’nin millî meclisi hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması ve böylece milletin, memleketin geleceği üzerinde alacağı bütün kararları millî meclisin denetimine sunması mecburidir.
Vatan ve milletimizin maruz kaldığı zulüm ve elemler ile ve hepsi aynı amaç ve maksatla millî vicdandan doğan vatansever ve millî cemiyetlerin birleşmesinden oluşan genel topluluk, bu kez “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını almıştır. Bu cemiyet her türlü particilik akımlarından ve şahsi ihtiraslardan uzaktır ve arınmıştır. Bütün Müslüman vatandaşlarımız bu Cemiyet’in tabii üyeleridir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas’ta toplanan Genel Kongresi tarafından, mukaddes maksadı takip ve genel teşkilatı idare etmek için bir Heyet-i Temsiliye seçilmiş ve köylerden il merkezlerine kadar bütün millî teşkilatlar takviye edilmiş ve birleştirilmiştir.
“...Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir...
... Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın oluşması ve yaşayabilmesi mutlak o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasıyla mümkündür...
Ben şahsen bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm ve bu evsafın kendimde mevcudiyetini iddia edebilmek için milletimin de aynı nitelikleri taşımasını şart ve esas bilirim”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.
Mustafa Kemal ATATÜRK
"Bir gün Harbiye Nazırı Şakir Paşa beni makamına çağırarak, tek sözcük söylemeden bir dosya uzattı. ´Bunu okur musunuz?´ dedi. Baştan sona incelediğim dosyanın özeti şuydu: İngiliz kuvvetleri komutanının hükümete başvurusunda, Samsun ve dolaylarındaki Rum köylerine Türklerin saldırdığı bildiriliyor, 'Bu saldırıları önlemek gerekir; siz yapamazsanız, biz önleyeceğiz' deniliyordu.
´Emriniz Paşam?´ diye sordum.
- ´Sadrazam Ferit Paşa ile durumun böyle olup olmadığını yerinde incelemek için sizi göndermeği uygun bulduk.´
- ´Peki´, dedim, ´yalnız izin verilirse görevime bir biçim vermeliyiz. Sizi üzmeyeyim, isterseniz Genelkurmay Başkanınızla görüşerek bunu saptayalım´ dedim. ´Hay Hay´ dedi.
2. Başkan Diyarbakır´lı Kâzım Paşa´ya giderek ´Her ne neden ya da amaçla ise, beni İstanbul´dan uzaklaştırmak için bir vesile aramış ve bu görevi bulmuşlar. Bu fırsattan elden geldiğince yararlanmalıyız.´ dedim.
Kâzım Paşa. ´Sen o yöreye Ordu Müşettişi olarak gidebilirsin´ dedi.
´Adın önemi yok´ dedim, ´Sen Harbiye Nazırı ile görüş, benden ne istediklerini öğren, üst yanını kendimiz yaparız.´
Kâzım Paşa´nın aldığı yönerge şuydu: Amaç Samsun yöresinde Rumlara saldıran Türkleri cezalandırmak ve Anadolu´da beliren bir takım ulusal örgütleri ortadan kaldırmaktır.
´Çok güzel,´dedim, ´onlar ne istiyorsa en çoğunu ekleyerek bir yönetmelik yazınız. Yalnız bir iki maddeyi ben kaleme alayım.´
Benim önem verdiğim, yetki konusuydu. Elden geldiğince Anadolu´nun her yanına doğrudan doğruya emir verebilmeliydim. Bir de ilişkide bulunduğum askeri ve mülki yönetim makamlarına duyurularda bulunabilmeliydim.
Kâzım Paşa yüzüme baktı: ´Bir şey mi yapacaksın?´
´Evet, bu maddeler olsa da, olmasa da bir şey yapacağım!´ dedim. Kâzım Paşa, ´Görevimizdir, çalışacağız´ dedi.
Dediğim gibi yazdığı yönetmeliği Harbiye Bakanına göstermek üzere odadan çıktı. Geri geldiğinde yönetmeliği sadrazamın imzalamayacağını, ancak Harbiye Bakanı Şakir Paşa´nın da imza yerine yalnız mühür basmayı kabul edebileceğini söyledi. Öyleyse yönetmeliğe, ´Mustafa Kemal Paşa gerek gördükçe Sadrazam´la haberleşir´ hükmünü eklemesini istedim. Kâzım Paşa böyle bir madde de ekledi ve temize çekip mühürledi...
Bakanlıktan çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırıyordum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem; kanatlarını çırparak uçmağa hazırlanan bir kuş gibiydim.
(İstanbul´dan ayrılmadan Padişah Vahdettin´i de ziyaret etmesi kendisine bildirilir.)
Yıldız Sarayının ufak bir salonunda Vahdettin´le nerdeyse diz dize denecek ölçüde yakın oturduk.
Boğaziçine açılan pencereden görülen manzara şu: birbirine koşut sıralar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayına doğrulmuş.
Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
´Paşa, Paşa, şimdiye dek devlete çok hizmet ettin; bunların hepsi artık tarihe girmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir: Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!´
´Bana karşı gösterdiğiniz teveccüh ve güvene teşekkür ederim. Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz!´ demekle yetindim.
Bir yandan da kafamda Vahdettin´in ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Hemen kavradım. Vahdettin demek istiyordu ki, ´hiç bir gücümüz yoktur. Tek dayanağımız, İstanbul´a egemen olanların politikasına uymaktır.´ Benim görevim de onların yakındıkları sorunu çözmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, ülkeyi ve halkı bu politikanın doğruluğuna inandırabilirsem ve bu politikaya karşı gelen Türkleri tepelersem, Vahdettin´in isteklerini yerine getirmiş olacaktım.
´Merak buyurmayınız, efendimiz,´ dedim ve izin alarak huzurundan çıktım.
(Bandırma vapuru Galata rıhtımında hazırdır. Mustafa Kemal oraya gitmek üzere Şişli´deki evinden ayrılmak üzereyken, Rauf Bey (Orbay) gelir ve aldığı bir habere göre ya yola çıkışına engel olunacağını ya da vapurun Karadeniz'de batırılacağını söyler.)
Yıldırımla vurulmuşa dönmüştüm. Bir an yalnız kaldım ve düşündüm : bu dakikada düşmanların elindeydim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimde bir şimşek çaktı: tutabilirler, sürebilirler; ama öldürmek? Bunun için beni Karadeniz'in coşkun dalgaları arasında yakalamak gerekirdi. Bu olasılık mantığa uygundu.
Ancak, benim için artık yakalanmak, tutuklanmak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan alıkonulmak, hepsi ölümle eşitti
Hemen karar verdim; arabaya atlayıp Galata rıhtımına geldim. Yirmiyedi yıllık yaşlı kaptana ürkütücü olasılıkları anlattım. ´Ne ters rastlantı!´ dedi, ´Bu denizi de iyi tanımam; pusulamız da biraz bozuk!´ Elverdiğince kıyıları izlemesini söyledim. Çünkü bundan sonra benim tek istediğim, Anadolu´nun bir kara parçasına ayak basmaktı.
Sinop´ta, Samsun'a kolaylıkla gidebilecek yol olup olmadığını soruşturdum; yazık ki yokmuş.
Bilmem neden, Samsun´a bir an önce ayak basmak için öyle acele ediyordum ki, zaman yitirmektense, tehlikelere göğüs germeği yeğledim. Yeni baştan Bandırma vapuruna bindik. Değişmeyen düzenle gezimizi sürdürerek sonunda Samsun´a vardık!"
Kaynak:
"Hâkimiyet-i Milliye,, “Büyük Gazi’nin Hatırat Sahifeleri”, 13 Mart-12 Nisan 1926"
"Atatürk’ün Kaleminden-4, Hatırat Sayfaları, Cihan Harbi, İttihatçılar ve Abdülhamit, Kaynak Yayınları"